Tarih 3.Ocak.2010, Pazar. Sabahleyin
kalktım, üzerinize afiyet o sıralar saat 11:00’lere kadar uyuyabiliyordum J
Neyse, kahvaltı, kahve vs. vs. derken koca kişisiyle aramızda şöyle bir diyalog geçti …
Murat: Aşkım artık şu hastane çantasını
hazırlayalım artık...
Dilşe: Yaaa boşver, daha 8 gün var
ben yarın başlarım hazırlamaya.
M: Eğilip kalkma sen işte,
gel de neler konulacak söyle.
D: Yapmak istemiyorum,
hazırlarız doğar bu bebe ben biliyorum.
M: Saçmalama aşkım ya.
D: Offf, nerde şu valiz
….
Nitekim valiz cebren ve hile ile
hazırlatılır, kapatılır. Öğleden sonra gidilecek piknik partisine hazırlanılır. Kapıdan çıkarken;
M: Çantayı arabaya indireyim.
D: Yok artık daha neler.
M: Ne olacak ki dursun
arabada.
D: Eh bu bebe bugün
doğarsa senin suçun...
Pikniğe gittik, herkesin bana
gösterdiği el bebek gül bebek tavırlarının yanında sorduğu abidik gubidik (ne
kadar kaldı, normal doğum mu sezeryan mı, ay çok iyi gözüküyorsun, kaç kilo
aldın vs. vs.) sorularla bunalıp, mevcut olan uyuzluğum hat safhaya çıktı. Bu arada ne hikmetse orada yapılanlardan da pek fazla yemek istemedim. Döndüğümüzde neredeyse akşam saat 7 olmuştu ve ben -az yemekten kaynaklı olsa gerek- kurt gibi acıkmıştım.
Dokuz ay boyunca saat 8’den sonra neredeyse hiçbirşey
yememiş ben, oturup o saatten sonra 2 tabak dolusu yoğurtlu makarnayı bi güzel mideye indirdim.
Üzerine de gittim ohh fıstık gibi sıcacık bir duş aldım. Saçımı taradım,
aynanın karşısında aldığım loğusa taçlarından birini denerken içimden “ay hemen
çıkarayım ne olur ne olmaz, takarsan doğururum falan” dedim. Aradan topu topu 2 dakika falan geçti, tam koltuğa
uzandım ki garip bir şey hissettim. O sırada 3 gündür elinde yeni telefonu ile aşk yaşayıp GSM operatörünün hangi hattını alsam diye yaklaşık internette
gezinen müstakbel babaya,
D: Aşkım bu kız kanala girdi galiba !!!!!!.
M: İyi iyi…Ya sence bıdıbıdı
tarifesini mi alsam vıdıvıdı tarifesini mi seçsem ne dersin
D: Sen benimle kafamı buluyorsun
doğuruyorum ben ayol…
Akabinde zılgıtı yiyen koca
sıçrayıp yanıma geldi ve hemen doktorumu (kendisi aynı zamanda kuzenim olur) aradık “doğum başlamış olabilir ama olmaya da bilir iyisi mi sen her
ihtimale karşı hastaneye git ben de hemen geliyorum orada buluşuruz” dedi.
9 aylık bu sürecin doğumla
sonuçlanacağını aklı fikri yerinde her hamile kadın gibi ben de biliyordum ama o anda ne olduysa
hem deli gibi ağlıyor hem de inanılmaz şekilde titremeye başlamış ayaklarımı durduramıyor ve çok açıkçası “korkuyordum”.
Arabaya bindik, yağan yağmurla
birlikte giderken bir yandan sesli sesli dua okuyor bir yandan da içim içime
sığmıyordu, evet dokuz aydır beklediğimiz kuzumuza kavuşacaktık.
Hastaneye ulaştıktan yaklaşık yarım saat kadar sonra doktorum geldi ve o zamana kadar normal doğum konusunda çok ısrarcı olan kendisi yaptığı kontrol sonucu bir
kemiğimin normal doğum için çok da uygun olmadığına kanaat getirdi...Ancak akabinde
ben bombayı patlattım “2 saat kadar önce 2 tabak
makarna yedim” dedim. o da “Çok iyi etmişsin afiyet olsun, sen yine de halledebilirsin bu işi” diyerek, beni hiç
endişelendirmedi. Acil
doktorları da ultrason muayenelerini yaptıktan sonra yukarı çıktım. Eveett, işte doğum başlıyordu.
Verilen ilaçlardan sonra 5 dakikada bir tuvalete gir, akabinde koridorda 7 km/sn
hızla depar at, 5 dakikada bir tuvalete gir, akabinde koridorda 7 km/sn hızla
depar at, 5 dakikada bir tuvalete gir, akabinde koridorda 7 km/sn hızla depar at, bu döngü x 1000 . Ve bu süreçte gelen inanılmaz bir uyku. evet bence de inanması güç ama inanılmaz bir uyku bastırmıştı. Şimdi bile inanamıyorum
ama iki sancı arasında uyumuşum J
Normal doğum sürecim yaklaşık 6 saat sürdü, her seferinde hah bitti bu sefer diyorum, yok
yine olmuyor ve bu “sancılı”
süreç 10 cm açıklığa rağmen bitmek tükenmek bilmiyordu, Selin, doğum kanalına
başı önde girmişti ama yüzü yere bakacak yerde bana
bakıyordu ve bu durum kemiğin duruşuyla daha komplike hale gelip süreci iyiden iyiye uzatıyordu .
Velhasıl kelam saati sabahın 4:30’u yapmıştık bile, hadi bakalım ameliyata giriyorsun
dediler. Benim haberim sonradan oldu meğer Selin'nin kalp atışları yavaşlamış, hem
benim hem de kızımın hayati tehlikesi olmasın diye doktorlar sezaryene karar
vermişler. Ne ameliyathaneye nasıl gittiğimi hatırlıyorum ne de o ekibin hangi arada nasıl bir
araya geldiğini. Sedyeye uzandıktan sonra anestezi uzmanı bir şey soruyor, daha "efendim anlayamadım" diyemeden kendimden geçiyorum…
Ayıldıktan sonra hayal meyal,
biraz da zorlayarak ağzımdan çıkan ilk kelimeler “her şeyi tam mı?” oluyor. Evet tıp
bu kadar ilerlemişken, belki 50 defa ultrasona girmeme rağmen yine de içinde
bir yerlerde hep bir korku ve ilk aklına gelen bu soru oluyor "her şeyi tam mı?". Nöbetçi hemşireler “tamam tamam merak etme” diyerek, miniğimi meme yapıştırıveriyorlar.
İşte muhteşem ilk buluşma, kedi gibi bir "Ihh Ihhh" :) Sedyeyle odama taşıyorlar, 1-2 saat kadar anne-baba- bebe baş
başa kalıyoruz.